Mehmet Bülent ALP

Yaz mevsiminin yakıcı sıcağıyla birlikte yine orman yangınlarının haberiyle sarsıldık. Akdeniz'den Ege kıyılarına kadar yeşilin yerini kara duman aldı.

Ülkemizin dört bir yanından yükselen dumanlar, sadece ormanlarımızı değil, içimizi de yakıyor.

Alevler sadece ağaçları değil, umutlarımızı, doğamızı ve geleceğimizi de yakıp geçti.

Yine binlerce hektarlık orman kül oldu, yine kuşlar, sincaplar, kaplumbağalar kaçamadı o cehennemden…

Her yıl yaz aylarıyla birlikte maalesef bir orman yangını gerçeğiyle yüzleşiyoruz.

En önemli soru ise peki biz ne yaptık?

Her yangında olduğu gibi sosyal medyada feryat ettik.

“Ormanlarımız yanıyor” dedik,

“Ciğerimiz yanıyor” dedik.

Haklıydık, gerçekten yanıyordu. Ama mesele sadece üzülmekle çözülmüyor. Çünkü doğa bir yaşam meselesidir.

Her yanan ağaçla birlikte bir iklim dengesi bozulur, her yok olan ormanla birlikte bir canlı türü daha sessizce gider bu dünyadan.

Orman yangınları sadece ağaçları değil, orada yaşayan binlerce canlıyı, köyleri, tarlaları ve hatta insan hayatını da tehdit ediyor. Yanan her ağaç, yok olan her orman parçası, geleceğimizden eksilen bir nefes anlamına geliyor.

Bu sadece bir çevre meselesi değil, aynı zamanda bir vicdan meselesi haline geldi.

Yangınların bazıları doğal nedenlerle çıksa da, büyük bir kısmı ihmalkârlık ve insan kaynaklı hatalar yüzünden meydana geliyor. Piknik alanlarında bırakılan cam şişeler, rastgele atılan izmaritler, bilinçsizce yapılan anız yakmaları, telafisi zor kayıplara neden oluyor.

Bu noktada hepimize büyük görev düşüyor:

Doğaya, ormana, ağaca saygı duymak, ona sahip çıkmak gibi.

İnsan eliyle çıkan yangınlara, insan aklıyla neden hâlâ çare bulunamaz?

Yetkililerin hızlı müdahalesi, yangın söndürme filolarının güçlendirilmesi ve gönüllü ekiplerin desteği büyük önem taşıyor. Sosyal medyada gördüğümüz dayanışma ve yardım çağrıları, halkımızın duyarlılığını da gösteriyor.

Yangın söndürme uçakları, erken uyarı sistemleri, bilinçlendirme kampanyaları neden hâlâ eksik kalır? Bu soruların yanıtını artık geç olmadan bulmalıyız.

Öte yandan, orman köylülerinin ve gönüllülerin gösterdiği çaba da göz ardı edilemez. Alevlerin ortasında canını hiçe sayan itfaiyeciler, jandarmalar, belediye personelleri, gönüllüler…

Onlar, bu ülkenin sessiz kahramanlarıdır.

Onlar olmasa daha büyük faciaları konuşuyor olurduk.

Şimdi sorumluluk zamanı!

Yetkililerin, belediyelerin, sivil toplum kuruluşlarının ve en önemlisi halkın yani hepimizin sorumluluğudur.

Bu topraklar bizim. Bu ormanlar, yalnızca birer ağaç topluluğu değil; suyumuzun kaynağı, havamızın filtresi, çocuklarımızın geleceğidir.

Unutmayalım: Bir ağacı dikmek yıllar sürer, ama bir kıvılcım onu dakikalar içinde yok edebilir. Yangınlar geçer, ağaçlar yeniden büyür.

Ama unutmayalım: Vicdanımızda oluşan yaralar kolay kolay kapanmaz. En önemlisi artık yas tutmak yerine tedbir almak zorundayız. Çünkü bu ülke yanarken, sadece doğa değil, insanlık da imtihan veriyor.

Bu yangınlar bize tekrar hatırlattı ki, doğa bizim evimizdir. Onu korumak, kollamak ve gelecek nesillere bırakmak hepimizin ortak sorumluluğudur. Ormanlar sadece ağaç değildir; suyumuzdur, havamızdır, yaşam kaynağımızdır.

Alevlerin ardından kalan küllerden yeniden yeşerecek umutlar olabilir. Yeter ki hep birlikte, bilinçli, duyarlı ve kararlı olalım.

Onun için alevlere karşı birlik olma zamanı!